Thursday, March 26, 2009

Bana göre kadınlar!



Bana göre kadınlar

Uzun zamandır takip ettiğim kadınlar hakkında, belli bir zaman geçikten sonra bende yekun izlenimler birikiyor. Bunları, tarihe not düşmek, daha doğrusu günlüğüme yazmak için aklımda gezen yazıyı buraya not düşmek istiyorum. Önce isimlerini yazdım, sonra da onların bende uyandırdığı izlenimi. Haklı olmadığım durumlar, yanıldığım konular da olabilir. Ama adı üstünde, bana göre böyle.

1. Aysun Kayacı – Bilinçsiz
Gördüğüm kadarıyla, bilmediği için çeşitli ve garip tarzlarda konuşuyor. Bilse, böyle konuşmazdı herhalde. Sanırım Aysun 30 yıl sonra, bugünü seyrettiğinde, gençliğin vermiş olduğu delikanlılıkla bugün yaptıklarından pişman olacaktır. Bu dünyada güzel izler bırakmak lazım. Bazen acıyorum ona. Aysun Kayacı`yla ropörtaj gibi bir konuşma yapıp, kendisiyle yüzleşmesini sağlamayı çok isterdim. Mesela, “Haydi Gel Bizimle Ol!” daki ortamda sadece güzelliği için orda duruyor gibi durumuna düşüyor. O program ki, Bayan Clinton`dan Türkiye adına kötü bir şey duymak için bütün taktikleri deneyen, ama Clinton`un Türkiye`yi savunmasıyla komik duruma düşen bayanlardan meydana gelmiş. Keşke Aysun, keşke farklı bir konumda ve programda olsaydın.

2. Alev Alatlı – Entellektüel
Alev Alatlı, iktisat eğitimine ekonometriden dolayı doktorayla devam etmeyen bir hanım. Yazıları, bakış açısı çok farklı olabilen ve beni hep şaşırtabilen bir insan. Gerçekten, entellektüel kimliği çok bariz bir şekilde temsil eden bir hanım. Hareketlerinde, tavırlarında, bakışlarında bile bir entellektüel bir tarz var. Gözlüğün arkasında kendini gizlemeye çalışan mütavazi bir münevver var sanki. TRT2`de 2001 yılında yapılmış ekonomi programını yayınlıyorlar. Okumayı ve yazmakla birlikte seven bir insan.

3. Elif Şafak – Çalışkan
Elif Şafak bugünlerde, basında çok çıkıyor, eserlerinden dolayı. Gazetede ise çok ilgi çekici yazılar kaleme alıyor. Mesela, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği isimli kitabın yazarı Milan Kundera`nın, bugünlerde küstürüldüğünü ondan öğrendim. Ikinci, hatta üçüncü bir dilde yazabilen yazarların varlığını ondan öğrendim. Başka bir dilde rüya görebiliyorsan (ki ben bu tecrübeyi yaşadım), başka bir dilde de yazı yazabilirsiniz diyor. Aşk isimli yeni bir kitabı çıkmış, gerçekten bu kadar velut (doğurgan) bir yazar olmasını takdirle karşılıyorum. Elif Şafak, çalışkanlığıyla şunu kanıtladı;Bir kadın hem iki çocuk doğurabilir, hem entellektüel olabilir, hem de güzel olabilir. Dünyada böyle kadınların varlığına inandığım ve o benim bu inancımı doğrulayan canlı bir delil olduğu için kendisine saygı duyuyorum. Kanaltürk`te Sevim Özay isimli başka bir hatunla röportajını izledim. Elif Şafak`ın kitaplarını daha okuyamadım. Çünkü önce ustalar, sonra çıraklar. ))) Ama merak etmiyor da değilim. Bazen düşünüyorum, “Nuriye Akman`ın Nefes isimli, bir de ilk roman denemesini okuyorsun da, Elif Şafak`ı neden okumazsın!”. Yakında onun da bir romanını okuyabilirim. Kendisine başarılar diliyorum.

4. Nihal Bengisu Karaca – Mert
Nihal Bengisu Karaca, Kanaltürk`te Sevim Özay`ın hazırlayıp sunduğu Cosmoplus programına haftaya Salı günü saat 00:00`da, yani Bakü saatiyle, gece saat 02:00`de olacak program. Sanırım, merakıma yenik düşüb yine izleyeceğim. Nihal hanım, gerçekten açık ve mert konuşmasıyla kendine has bir uslup tutturmuş durumda. Televizyon, röportaj, yazı farketmez. Lafını açık bir tarzda ve anlaşılır şekilde söyler ve savunur. Hem dindar, hem mert, hem de yazılarında daha çok kesime hitap edebilen bir yazar.

5. Gülse Birsel – Akıllı
Düşünsenize, Avrupa Yakası`nı. Senaryosu`nu Gülse Birsel yazmış. Yeteri kadar para kazanıyor. Popüler kültürün öğelerini tepe tepe kullanıp, hem bilinirlik kazandı, hem de para. Önceleri, TV`de program sundu, sonra gazetedeki köşe yazılarını bir araya topladı. Kitabı bol bol baskı yapınca, iyi para kazanmıştır. Yani malum, hatun, daha başından beri akıllı davranıyor. Buna kısaca pratik zeka desek doğru olur mu acaba?!


6. Funda Arar – Sanatçı
Bir kere sesi çok etkili. Gerçekten şarkı söylemek için Allah vergisi bir nefesi var. Arapsaçı, Benim İçin Üzülme, Camdan Kalp gibi şarkıları çok hoş. Yorumu muhteşem. Sinema ve diziler edebiyattan beslenmeye başlayalı çok oldu Tükiye`de. İşte, şarkıları edebiyattan beslendiren bir sanatçı Funda Arar. Funda Arar, Necip Fazıl Kısakürek`in Kaldırımlar isimli şiirini yorumlayan bir insan. Diğer şarkıcıların kliplerini seyrederken, insan, et dükkanı reklamları izliyor gibi hissediyor kendini. Funda Arar, eskiden buna çok dikkat ederdi, yine aynı tarzda devam ederse çok hoş olur. Gerçekten dinlerken çok zevk aldığım bir insan. Çok kadın “şarkıcı”, bundan 2 – 3 yıl sonra bile hatırlanmayacak. Ama Funda Arar, eğer kaliteyi bozmadan devam ederse, kalıcı olacaktır. Kendisine başarılar diliyorum.


7. Azerin – Çileli
Azerin, Azerbaycan`lı bir sanatçı. Gerçekten çileli bir hanım gibi geliyor bana. Azerbaycan`ın dertleriyle dertlenen bir insan. Milli ruhu destekleyen, gençleri motive eden bir sanatçı. Funda Arar gibi çok etkili ve güçlü bir sesi var. Bakü`de seyretme imkanım oldu. Kendisinin söylediğine göre, Türkiye`de İlker Başbuğ`la görüşürken, Azerbaycan`da basılan “Kafkaz İslam Ordusu” isimli kitabı ona, bizatihi hediye eden birisi. İşte, aynı zamanda, Azerbaycan ve Türkiye arasında kardeşlik ilişkilerinin güçlenmesi için de çaba harcayabilen bir insan. Milli ve kahramanlıkla ilgili özel günlerde Azerbaycan televizyonlarında öncelikle onu görürsünüz. Kendisinin bir internet sitesi de olmalı. Artık bir zahmet, gugıldan ))) arama yaparak onu da kendiniz bulun. Hem Azeri melodileri kulağınıza hoş gelecektir, emin olun! )))

Eeee, beyler, sanırım bu gidişle, bundan 30 – 40 sene sonra, bütün verimli, üretken ve karar verici mevkiler tamamen bayanlarla sarılacak. Şimdi Türkiye`de kadına karşı pozitif ayrımcılıktan bahsediliyor. Belki de, on yıllar sonra, erkekler için aynı ifade kullanılacak. Erkek hakları koruma dernekleri felan da kurulursa, hiç şaşmam. Ama başarı takdir ve gıpta hak eder. Ben “discrimination” kokan söylemleri bir kenara bırakıyor ve başarılı olan bütün hanımları can-ı gönülden kutluyorum.

Çarşambayı Perşembeye bağlayan gece, saat 01:26 , 26.03.2009



Wednesday, March 11, 2009

Berberler…


Oldum olası çok/uzun saçı sevmem. Kafatasımdaki saçları beğenmemek anlamında söylemiyorum bunu. Saçlarım çok uzadığı zaman nedense, kendimi ferah hiss edemiyorum. Ayrıca, saç bakımı için ayrılan zaman, sınırlı hayatımı verimli olmayan bir iş için kullanmak gibi gelir bana. Bir de saç bakımı niyetine, jöle, biryantin gibi yardımcı maddelerden istifade etme durumu var tabii. Üniversitede, genelde, bu özeni gösteren arkadaşlarımın, üniversite sonrası, sinuzit, menejit, kısacası kesif bir baş ağrısıyla ve saç dökülmesiyle karşı karşıya kaldıklarını göz önüne aldığımda, olay tamamen farklı taraflara gidiyor. Neyse, toparlıyorum )))). Uzun zamandır bir birini kovalayan işlerimin haylazlığı karşısında, saçlarımın dilekdiklerince uzamasına ses çıkaramadım. Dahası, son günlerde havalar soğuğunca, biraz daha beklemem gerektiğini telkin ettim kendime.

Azerbaycan`da 8 Mart Dünya Kadınlar Günü`nün özel önemi var. Hiç kimse, ideolojik bir kaygı gütmüyor ve feminist dalgalarda fırtına oluşturmaya gerek görmüyor. Insanlar, annelerine, kardeşlerine, eşlerine ve yakın akrabadaki bütün kadınlara bu günden dolayı çeşitli hediyeler alır, güller takdim ederler. Nitekim, ben de uzakta olan tanıdıkları aradıktan sonra, ekmek aldığım fırındaki kızların 8 Mart Gününü tebrik ettim; sürekli insanlara hizmet ediyorlar.)))) Bundan ilave 8 mart Azerbaycan`da tatil günü ilan edilmiş durumda. Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim, Azerbaycan Cumhurbaşkanı`nın fermanıyla 2009 yılı “Uşaq İli” (yani çocuk yılı) ilan edildi. Bizde hala “ferman” kelimesi kullanılıyor. Bağnaz laikler duymasın/alınmasın sakın )))).

8 mart Pazar gününe denk geldiği için onun yerine Pazartesi yani, 9 mart günü tatildi. İş olmayınca, ve ben evde olunca, kafamda bitki örtüyü gibi günden güne büyüyen saçlarımı seyreltmek için yola koyuldum. Yol kenarıyla giderek, uygun bir berber bulmak için çaba sarfetmem gerekti. Genelde önüme hep “Gözellik Salonu” ya da “Qadın Salonu”[1] yazıyordu. Üç beş tane böyle bir mekana denk geldikten sonra, bir “Kişi Salonu” buldum. Nihayet, saçlarım seyrelip, ferahladığım zaman, berber beye teşekkür ettim ve borcumun ne kadar olduğunu sordum ; “Ne verirsen ver!” diye cevapladı. Bu bana çok garip geliyor. Buradaki ahlaki düzenden kaynaklanan bir şey: insanlar genelde para isterken rahat hissetmezler kendilerini. “Ne verirsen ver!”, beni hayatında ilk kez gören adamın, verdiği hizmetin fiyatını benim belirlememi istemesidir. Bir de tanıdık berbere gittiğiniz zaman, “Qonağım ol!” derler. Yani “Misafirim ol!” demektir. Biliyorsunuz, misafirden para alınmaz. Burdaki gizli mana da odur. Yani para verme )))). Azerbaycan`a gelirseniz haberiniz olsun.

Fiyat karşılaştırması yapmak isteyenler için söyleyeyim. Burada saç traşı piyasasında denge fiyatı 3 Azerbaycan manatı. ( 1 dolar = 0.82 AZN). Yani yaklaşık 3,65 dolar. ( 1 dolar = 1,8 TL). Yani 6,5 TL`den bahsediyoruz burda. Bu yazıyı okuyan arkadaşım, bulunduğun şehirle bu fiyatı karşılaştırıp, fikrini bizimle paylaşırmısın!?

Bugünlerde, Gümüş Kurşun isimli kitabı okuyorum. Kitapta büyük ideallerle 1913 yılında Northwestern Üniversitesi`nde görev yapan bir profesör tarafından kurulan, Arthur Andersen isimli denetim firmasından bahsediliyor. Şirketi kuran profesörün ismi tabi ki, Arthur Andersen`di. Kitapta deniyor ki, “şirketin ilk sloganlarından biri Bay Andersen`in Norveçli annesinden öğrendiği `eğri otur, doğru konuş` ” idi. Bu söz Azerbaycan`da da çok kullanılıyor. Şu şekilde: “eyri otur, düz danış”. Aman Allah`ım! Yoksa Norveçliler de mi Azeri Türkü? ))). Bütün tarihçilerin bu blogun takati yettiği ölçüde göreve çağırıyorum.)))) . Söylediklerimi espri olarak kabul ediniz efendim. Sadece olarak, Azerbayca`da kullanılan bir sözün dünyanın öbür ucunda, aynı şekilde kullaılması hoşuma gitti. Yoksa etimologluk gibi bir mesleğe bulaşmak gibi bir niyetim yoktur, bilesiniz....


[1] Q harfi, G yerine kullanılılıyor Azerbaycan`da. Qızlar, Qızıl, Qenimet gibi.

Friday, March 06, 2009

Beklemek...


Samanyolu ekranında Tek Türkiye diye bir dizi var. Belki görmüşsünüzdür. Ya da izlemişsinizdir. Bir insan var, düşünün bir kızı ta liseden beri seviyor. Kalbinde bir yangın var. Kimseye söylemeden o yangını içinde körüklüyor. Belki zaman zaman o ateşin ısısıyla hayallerini suluyor. Istediği sadece o kızla evlenmek. İşte bir gün adam için tüm belirtiler ölümü işaret ederken, kız çıkıp geliyor, adamın baş ucuna. Gencin yüzündeki o mutlu ifadeyi görmek çok etkileyiciydi. Yanmak, yakılmak, pişmek, kavrulmak, kaynamak ama asla kelimelerin içinden geçenleri anlatamayacağını bilerek, yıllarca beklemek. Insanların içinde, toplumun orta yerinde görünerek sır olmak. Yönetmeni tebrik ediyorum, o sahneyi çok iyi işlemiş...

Türkçede yer almış, kendi itibarını kazanmış, asaletli sözleri çok severim. Bir çok edibin yaptığı gibi kelimelerin muhitinde dolanıp durmak, onlara asılmak, onlarla hasbıhal etmek çok hoşuma gider. Büyük adamları hep böyle taklit etsem, bir gün ben de büyük adam olurmuyum acaba?))). Mesela, somnambül kelimesi; uyurgezer anlamına geliyormuş. Çok hoş bir kelime olduğunu düşünüyorum. Muadele mesela, denklem demekmiş. Cebri muadele mesela, bir matematik denklemi anlamına geliyor. Ahmet Hamdi Tanpınar cebri muadele demiş, çooook hoşuma gidiyor, bu kelimelerin güzelliği.

Dünyada ekonomik kriz var, malum aliniz efendiler, hanımlar ve cenaplar. Japonya`da kriz kelimesi geçtiğinde 30 – 35 bin kişi intihar ediyormuş. Yani krizin anlamı yabancılar ve türkler için farklı terkiplerden meydana gelmiş. Türkiye`de cemiyetin kendi bünyesinde var olan bir dayanışma var. Insanlar bir birlerine yardımcı olmayı önemsiyorlar. Bireyselcilik, Batı`da azgın zalim gibi gezerken, doğuya uğramayı zaman zaman ihmal ediyor. Eğer şer odakları Türkiye`yi karıştıramazlarsa, eminim, Türkiye bu krizden güçlenerek çıkacaktır. Eskiden bize şöyle bir atasözü öğretmişti eğitim sistemimiz: “Başgasına quyu qazan, qazdığı quyuya özü düşer”. Kutsal kitabımızda, bununla alakalı ayet var sanırım. Allah, tuzak kuranların tuzaklarını, kendi başlarına yıkar diye. Insanoğlu, zaman zaman dünyada var olan hadiseleri, gerçekleri ilahi izlerden arındırma gafletinde bulunur. Ama buna ne kadar çaba gösterse de o izler orada duruyor. Işte bu topraklarda, yetmiş yıllık düzenin desteklediği ateizme rağmen, ilahi izler her tarafımızı sarıp sarmalamıştı. Sadece biz onlara o bakış açısından bakamıyorduk.

Geçen günlerden birisinde, TV de Jacky Chan `i izledim. Sunucu, “Siz gezilere giderken, yanınıza iki çorap alıyormuşşunuz. Kirlendiği zaman birisini kendi elllerinizle yıkayıp, kurutup, giyiyormuşsunuz. O kadar paranız var, niye kendinize birden çok çorap almıyorsunuz?”. Jacky Chan, bu soruya enteresan bir cevap verdi. “ Bunun zengin olup olmamakla alakası yok. Bu, öz disiplinle alakalı bir şeydir” dedi. Doğrusu, etkilenmedim değil. Iradelerinin hakkını verebilen insanları takdir etmenin ayrı bir mutluluğu var içimde.

Beyin uzmanı adam diyor ki, kitaplar hep aynı renk ve aynı tarzda yayınlandığı için, beynimiz monotonluktan yoruluyor ve kitapları okumak çileye dönüşüyor. O bakımdan, bugünlerde kitapları hep ucu yumşak, renkli kalemlerle çizerek okuyorum. Kitaplarım renkli renkli olmuş o yüzden... )))

Televizyon önünde geçen zamanıma acıyorum. Perşembe günleri, işte çok yoruluyorum. Bu bakımdan, eve geldiğimde, televizyonun karşısında oturup kalıyorum öylece. Bir tek perşembenin özrü var, televizyon izleme konusunda. Yani kendime sadece o gün televizyon izleme konusunda haklılık payı kazandırabiliyorum. Insanoğlu kendini kandırmaya ne kadar da istekli...(((

Selamlar, sevgiler...