Sunday, December 31, 2006

Okyanusun ötesinde ve berisinde olanlar için...




Boğazın ötesinde ve berisinde olanlar da okuyabilir!
Sen beni bilirsin...


Hiç yalan söyleyemem...
Aşk bitti diyorsam,
Bir daha dönmem,
Daha neler, neler var,
Yarına yenilenir insan,
Acının külleri savrulur,
Unutur bir daha insan,
Senin gökyüzünde uçamam,
Senin yağmurunla ıslanamam!
Masal bitti kahramanım,
Senin kollarında uyuyamam,





Birisine şarkı sözleri anlamlı gelmeye başladı mı, işte orası kelimelerin bittiği, sözlerin tükendiği, ateşin çatırtılarının duyulduğu, herşeyi yakmaya başladığı yerdir. Alevin yükseldikçe yükselir! Canın yanar, ama çığlıkların içinde birikir. Yüreğin büyümeye başlar. Vücudunu kaplar, sonra seni aşar, çevreni kaplar, sonra işte öyle... büyüdükçe büyür... Sen küçüldükçe küçülürsün... Neye uğradığnı şaşırırsın... Herşey sönükleşir... Sanki bu dünyada varolan birisini kabarıklaştırmak için... Sonra savaş başlar... Tereddütlerinin saldırısı karşısında kan revan içinde kalırsın... Sonra bakarsın ki, sen kendinle savaşırken, senin için seninle barışmaya gelen birisi kapında beklemekten yorulmuş, usancından uzaklaşmaya başlamış. O, ellerinden öylece kayıp giderken, pişmanlıklarına yanar yakılırsın... Umudunu kaybetmeden ama!...

"Sabır!" dersin sonra, O'na güvenirsin. Son noktayı sen koy dersin! Büyük bir düşünür der ki, "İnsan ihtiyaçlarını, onları karşılayabilecek birine açmalı; bela-yı dertten "ah" edecekse derde derman bir hekimin yanında inlemeli...". İşte böyle aziz dostum!

Wednesday, November 29, 2006

Bir tarafta Kadınlar hep denge unsuru oluyorken!!!


Erkeklerin katkısı…
Rusya’da nüfus hızla azalıyor, 1995 – 2003 yılları arasında nüfus 5,2 milyon azalmış. Putin, ikinci çocuğa on bin dolar ödül vermeyi düşünüyor. Benim anlatacağım biraz farklı bir şey; Rusya’da bayanlar 72, erkekler ise 58 yıl yaşıyormuş. Uçuruma dikkatinizi çekerim. Erkekler bayanlara dayanamadıklarından mı, neden, bilmiyorum ama, bir nedenden dolayı erken ölüyorlar. Şimdi nüfus artışına erkeğin mütevazı katkısını azcık hatırlarsak:), erkeklerin erkenden hayata veda ettiği bir ülkede nüfusun azalmasından daha tabii ne olabilirki??? Ne dersiniz?

Monday, October 30, 2006

Sanata ve sanatçıya saygı...




İlke dershanesinden yakında size bahsetmeyi düşünüyorum, ama öncesinde bu dershanenin yetenekli bir öğrencisiyle tanışmanızda yarar görüyorum. Efendim, bu genç sanatçının öyküsü tarafımıza şöyle nakledildi; geçtiğimiz sene, kursta, kulüpsel etkinlikler bünyesinde duvar gazetesi çıkarılır. Gazeteye gösterilen katkı ilgisinden birisini de Ayşegül yapar. Eline kalemini/kalemlerini alır ve çalakalem aklından geçen manzarayı kâğıda sanat diye döker. Duvar gazetesi çıkarılırken, editör olan iktisat eğitmeni bu genç, ama iddialı bayanın eserine yer vermeyi unutur. Tabi kızıl kıyamet kopar; surat asmalar, protestolar falan filan… Bir hışımla geldi geçti Ayşe gül gül gül!!! Şimdi, mağdur öğretmen tarafımıza ulaştı ve bizden 7 milyarlık dünya nüfusuna, (evrenin diğer bölgelerinden sitemizi ziyaret eden ve dinlenme tesislerimizde Cem Yılmaz’a poz veren UFO şoförlerini ve yolcularını saymazsak tabi. Çünkü “kaptanınız 30 dakika hap ve onarım molası vermiştir” anonsundan sonra tüm yolcular sitemize akın ediyormuş), (bu istihbarat bilgisi de Adanalı namı diğer “uzaylı” Derya Cengiz’den hürmetlerle:)) zamanında unutkanlığından kaynaklanan yanlış anlamayı düzeltmesi için sitemizin bir duyuru yapmasını rica etti. Ve şöyle sesleniyor; Ayşegül, artık tüm dünya senin sanatını tanıyor, emin ol bundan daha güzel bir fırsat olamazdı.

Tabi anlattıklarımız içerisinde, duvar gazetesi macerası hariç, diğerlerinin şaka yollu takılmalar olduğu değerli müdavimlerimize ayan olmuştur… Yani arada kırgınlık, kızgınlık olmadığı hepimizin malumu… Antalya’nın bağrındaki turistlerden bir türlü kopamayan ünlü polisiye görevlimiz ve space sahibi Rahme (güvenlik kaygısıyla ismini tersten yazdık) Kekşahan’dan aldığımız bilgiye göre, bayramlaşma vesilesiyle Ayşegül, hocasının elini öpmüş ve hellalik istemiştir… (comments kısmında others şıkkını işaretleyip, Ayşegül hanımın sanatına dair fikirlerinizi bizimle lütfen paylaşmayı ihmal etmeyiniz, sayın günlük okurları).

Resimdeki şahıs, (Rahme Kekşahin’in çevresinden biri değilse eğer:)) Tolstoy’un ya da Dostoyevski’nin eserlerinde hayata dâhil olmuş bir karakter gibi duruyor. Bu da Ayşegül’ün sanatçı olarak hayal gücünün zenginliğini gösterir… Eline sağlık Ayşegül!...

Monday, October 09, 2006

Eskişehir'den bir pano..



İnsan'ın çevresindeki arkadaşları sürekli yeni fikirler üretmeye dursun... İşte eskişehir'de bir reklam tablosu...

Değerli bir arkadaşımız poz veriyor, bu reklam panosuna...

Ya da reklam panosu onu seviyor...

Sonuç zekice... :)

Wednesday, August 30, 2006

Kutlu Olsun!...




30 Ağustos Zafer Bayramınız Kutlu Olsun!...

Var mı böyle güzellik...?

Saturday, August 12, 2006

İZLENECEK BİR FİLM DAHA… SYRIANA…







Daha WARNER BROS. PICTURES (A TIME WARNER COMPANY) logosu ekrana yürümeye hazırlanırken bir ezan sesinin azametine tanık oluyorsunuz. Robert Baer “See No Evil” isimli kitabına dayanarak çekilmiş bir film. Ve… George Clooney & Matt Damon ikilisi yeniden birlikte!...

Filmin orta yerinde siyaset dünyasından olduğu belli olan birisi, basına demeç veren ateşli konuşmacı, sözlerini; “Söylermisiniz, ülkemiz Amerika neden, deniz aşırı ülkelerde iş yapabilmek için kirli yollara başvurmaktadır?” diye bitiriyor.

Sonra bir Arap prensinin serzenişini dinliyorsunuz: “Bir ülke, dünya nüfusunun yüzde beşini barındırır, silah harcamalarının yüzde ellisini yaparsa, o ülkenin otoriter güçleri yolundan sapmış demektir”

Başka bir arabın da etkin bir Amerikalıyla konuşurken, sözlerine kulak verelim: “İsraf olmadan kapitalizm varlığını sürdüremez. Bana sorarsanız, dünya atıklarının %25’ini dünya ihtiyacının %25’ini karşılayan Birleşik Devletlere teşekkür etmeliyiz!”

Ve şimdi bir ironi… Az önce, basın karşısında, kirli yolların habisliğinden iğrenen politikacı şimdi kendisini savunuyor gizlice; “Yale’in arka kapısından çıkmış bir tür tröst amcası, beni soruşturup bir yere varacağını mı sanıyor? Hasbelkader senatoya girmiş bir politikacıyı avladı. Sonuç olarak Çin ve Rusya masraflarımızı karşılamaya başladı. Tam da yararlanmak üzereyken mi? Olmaz, sana söylüyorum, olmaz! Yolsuzluk suçlamasıymış. Yolsuzluk mu? Yolsuzluk, hükümetin düzenleme adı altında pazardaki verimliliğin önünü kesmesidir. Bunu söyleyen ben değil, Milton Freedman. Adam Nobel ödülü aldı. Özellikle bunun için yasa çıkardılar ki, başarılı olamayalım. Yolsuzluk bizim korunmamızdır. Yolsuzluk bizi güvenli ve sıcak tutar. Yolsuzluk sayesinde senin ve benim gibiler bir parça et için birbirimizi yemek yerine sokakta dik yürür. Yolsuzluk, bizim kazanma nedenimizdir.”

Tuesday, August 01, 2006

ozledim seni eskisehir

omrumun 6 senesini oyle ya da boyle gecirdigim, yasamasi zor birakmasi daha bir zor, kislari sert, tramwayi dert bir sehir yine de ozleniyormus meger. youtube'da buldugum bir video az da olsa bu ozlemimizi gideriyor efendim.buyrun seyredelim.

Friday, July 28, 2006

Nihayet... Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak!...




Nihayet, şu yanıbaşımızda, Kütahya'da çevrilen Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filmini izleyebildim.
Aslında verdiği mesaj da çok güzel; Karpuzdan gemiye binersen, çabuk inersin:) Ayrıca yönetmen Ahmet Uluçay hem de oyuncu olarak yer alıyor, filmde... Gördüğüm kadarıyla nesneleri çok ustaca kullanmış; sineği, kediyi, tartı için kullanılan metal parçayı, kapruz kabuklarını, sigara izmaritlerini, cevizleri, oyuncak bebeği... Aklıma gelen bu kadar; nedense filmde bu ayrıntılar çok dikkatimi çekti... Asıl oyunculuğu hoşuma giden kişi ise, meczup rölünü canlandıran Füzuli Caferov... Zannımca Azeri oyuncu olmalı... Ama şu açıkca söyleyeyim ki, deli olma rolünü hakkını vererek oynuyor... Oyunculuklarında sadelik ve saflık gördüğüm iki genci de tebrik etsem yeridir... İzleyin bize ait anlatım şeklini göreceğinizden eminim...

Thursday, July 27, 2006

Dostlar... Kandiliniz kutlu olsun...





Bir buruk kandili daha kutluyoruz...

Ne acıdır ki, güvenli sahillerin tatilcileri denizde kulaç atarken, başına bomba yağan insanlığın bir kısmı korkunun denizinde boğuluyor... Hem de hiç bir cankurtaranın dikkatini çekmeden... Yavaş yavaş... Acı çekerek... Acıları dünyanın vurdumduymazlığı karşısında dilsizleşiyor...

Friday, June 30, 2006

Ölümle Dost Olan Şair...



Hüner

O demde ki perdeler kalkar, perdeler iner,
Azraile "hoşgeldin" diyebilmekte hüner...

Şu geçeni durdursam, çekip de eteğinden;
Soruversem: Haberin var mı öleceğinden?

Bu dünyada renk, nakış, lezzet ne varsa küsüm;
Gözümde son marifet, Azraile tebessüm...

Necip Fazıl Kısakürek'ten bahsediyorum...
Şu anda içinde Çile olan ÇİLE isimli kitabını
okuyorum ve şiire hiç ilgim yok, ama buna
rağmen kitap bitmesin istiyorum...

Tuesday, June 20, 2006

Uluslararası Türkçe Olimpiyadından haberdar olun!...


Ukraynalı kızlar Türkçe Şarkı

Söylerken....


Jüride çok önemli isimler vardı;

Osman Yağmurdereli, Kenan Işık, Ahmet Özhan, Ayşe Kulin ve onlarca ünlü sanat, kültür adamı/kadını ve akademisyenler....

Kaderin garip bir cilvesi....

Uluslararası alanda ingilizce şarkı söylerek Eurovision galibi olan Sertap Erener Türkçe Olimpiyat Marşını seslendirdi...

İstanbul’da Mydonose Showland (MyShowland)’in isminin değiştirilmesine zemin hazırlayan ve bu yılkı organizasyonu geniş yankı uyandıran Uluslararası Türkçe Olimpiyad’ı ile ilgili görüntüleri, www.stv.com.tr sitesinden inceleyebilirsiniz. Ağlaya ağlaya gözünüzün yaşı kuruyacak. Afrika’dan , Amerika’dan, Uzak Doğu’dan gelen çocukların Türkçe şiir ve şarkı söylemelerini açıklayacak kelimeler yoktur!... Bunu kendiniz görmelisiniz!...

Mehmet Akif’in “Çanakkale” şiirini şehit binlerce Mehmetçiğin yattığı Kore’den Choi okudu. Tanzanyalı Haşim, espri yaparak, ‘Nerelisin?’ sorusuna “Çorumluyum” diye cevap verdi. Malawili Mlozi, sevincini “İlk kez siyah olmanın faydasını gördüm, herkes benimle fotoğraf çektiriyor.’ Sözleriyle dile getirdi. “Üsküdar’a Giderken…”i Japonlar söyledi. Son yılların yanık türküsü “Sarı Gelin” Burmalıların payına düştü.

MSN Nickleri

Son zamanlarda MSN lakabı konusunda istekler gelmektedir…

Bu konuda en son bir arkadaşımın,

“Ne aşk filmleri izledim, şu Msn penceresinden,”
“Ne olur mahrum bırakma beni, o klavye kokan nefesinden” J

şeklinde yazdığım lakabı istemesinden sonra, dedim olacak gibi değil biz en iyi bir iste yayınlayalım, isteyen oradan alsın. İşte edebi eserlerden derlediğim lakap olmaya pekala müsait cümleleri bilgilerinize sunuyorum;

v En tesirli çapkının dudakları onun (bayanlar siz, benim yazabilirsiniz) topuklarından yukarı çıkamaz
v Ben yalan arayan zekanın gözlere verdiği ağır hareketleri bilirim
v Tecrübeden sonraki idrak evvelkinden çok daha pahalıdır.
v Derin hisler dilsizdir
v Ölüm onu çirkinleştireceği yerde, o ölümü güzelleştiriyor
v Ne anlarsın sen bir kızın ruhundan? Kalbimin içinde balta ile ameliyat yapmak istersin. Vahşi!
v Bu dünyada en bahtiyar ve zeki kadınları kimlerdir bilir misiniz? Hiçbir sırrı olmayanlardır.
v Kaderin şoförü sensin. Emin ol! Onu dram istikametinde sürme!
v Kadının aşk ahlakı bazen aşkın dışında başka ahlak tanımaz.
v Zengin bir hayal içinde meçhul, daima malumun en korkunç düşmanıdır. Ben bir şeyim, meçhul her şeydir. Fakat… Unutma, ben varım, meçhul yoktur.
v Aşkın bitişik kaplardaki su gibi, sevgilililerde aynı hizayı bulduğu farzebilebilir mi?
v Hiç kimse, “ne güzel mezar keşke benim olsa” demez.
v İhanetin hakiki eleştirisi mezar taşlarına yazılır.
v Ne yazık ki aşk hayalin çocuğu, hayal kırıklığının annesidir!...
v Hiçbir aşkta umuda yer, sebebe lüzum yoktur!.
v Tüm insanlığa kahve ısmarlamak. Aklımdan geçen bu.
v Bazen yalnızca imkansız gerçekleşir.
v Cam güzel, çünkü kalbi var kırılabilir.

Kaynak; Peyami Safa, Yalnızız, Cemil Meriç Bu Ülke, Murat Menteş Dublörün Dilemması

Sunday, June 18, 2006

Babalar Gününüz Kutlu Olsun...!


Tüm babaların babalar günü kutlu olsun!...


Baba olmayanlar,

Hemen evlenin ve baba olun:)))

Friday, June 09, 2006

Klasik ve Modern versiyonlu iki hikaye:)))

Simeranya Ülkesi ; Burada nazariye (teori) olan herşey orada hayata girmiştir.

İş hayatından daha büyük mektep, tecrübeden daha büyük ders, ihtiyaçtan daha büyük mürebbi, tecessüsten daha büyük öğretmen, muvaffakiyetten daha büyük diploma olur mu? Dünyanın ve Türkiye’nin halen hiçbir büyük zengini Ticaret mektebinden mezun değildir. Size dünyaca meşhur Yahudi zenginimizin hikayesini anlatmadım mı? Amerika’da, doğduğu günün yıldönümünde şerefine verilen ziyafette, bir milyonerimiz, kendisine çekilen tebrik telegraflarını katibine okuturken, davetlilere okuma bilmediğini itiraf etmiş. Hazirun adasındaki Amerikalı sanayicilerden biri sormuş;

“- Okuma bilmediğiniz halde bu kadar muvaffak oldunuz, ya bilseydiniz ne olurdu?”

Yahudi zenginimiz gençliğinde işsiz kaldığını anlatmıştı. Bir tavsiye bulup Hahamhaneye başvurduğunu fakat okuma bilmediği için oradaki münhal katipliğe tayin olunamadığını da anlattıktan sonra;

“-Okuma bilseydim, şimdi, aranızda bulunmak şerefine sahip olmazdım. Çünkü hala Hahamhanede katiptim!”

Yukarıdaki satırlar Peyami Safa’nın “Yalnızız” (1951) isimli eserinden alınmıştır.

Bir de bu hikayenin modern versiyonu var ki; Onu da çoğunuz duymuşsunuzdur. Adamın birisi Maykrosoft’a temizlikçi olarak iş başvurusuna gider, form doldurduktan sonra e-mail adresini sorarlar. O da doğal ve içten gelen samimiyetle ve daha işin başındayken yalan söylememe niyetiyle e-mail adresi olmadığını söyler. Bu cevap karşısında şaşıran yetkililer, e-mail adresi olmayan birisini temzilikçi olarak alamayacklarını belirtip ama başvurusunu geri çevirirler. Derken, kaderin getirdiği talih sayesinde adam kollarını sıvayarak iş hayatına başlar ve büyüdükçe büyür. Dolar milyoneri olur. Günlerden bir gün sigorta poliçesini dolduran ünlü bir şirketin satış elemanı form için e-mail adresini sorar. Adam da e-mail adresi olmadığını söyler. Mukabilinde şaşıran bizim eleman “Efendim, bir de e-mail adresiniz olsaydı, herhalde çok daha farklı olurdu” deyiverir. Hikayenin kahramanı ise, “Eğer e-mail adresim olsaydı şimdi Maykrosoft’ta temizlikçi olurdum hala.” diye cevabı yapıştırır.

İki minik rastlantı… İkincisi uydurma da olabilir… Ya da tarih tekerrürden ibarettir dedikleri bu olsa gerek diyesi geliyor insanın… Her neyse, sizce nedir? Alttaki “Comment” kısmına “others” şıkkını da işaretleyerek e-mail adresinize de yazarak:)))))))) yorumlarınızı paylaşırsanız, temizlikçilik veya katiplik işi olursa hemen size haber veririz. Bilginize:)))

Sunday, May 14, 2006

Saturday, May 13, 2006

Kariyer...

Fuji Dağını Nasıl Taşırsınız?

Kitaplardan bahsetmek kadar, beni mutlu eden başka bir şey var mı bilmiyorum... Şu an okuduğum bir kitapta işe alım mülakatlarından bahsediliyor... Özellikle, büyük şirketlerde başlayıp, furya halinde yayılan mantık sorusu sorma ve tecrübesiz adaylardan dahi olanları seçme çalışmasından bahsediliyor. Tecrübesiz olan gençler için bu tür sorular işe alımları kolaylaştırması açısından tercih edilir... Taa IQ'nun ilk oluşturulma tarihinden bu yana ayrıntılara kadar birçok bilgiye yer verilmiş... Zekanın tanımı IQ testini oluşturan kişinin çizdiği sınırlar olacağından haklı olarak bahsediliyor... Hatta ilk IQ testinde kızların zeka seviyesinin erkeklerinkinden daha fazla doluğu görülünce yapılanlar anlatılıyor:))).; Kızların cevap verebildiği soruların çıkarıldığından, yerine erkeklerin çözebileceği sorular konulduğundan bahsediliyor. Örnek bir kaç soru; bilginize, lazım olurrrrrr.....

1. Fuji Dağı'nı nasıl taşırsınız?
2. Güneş her zaman doğudan mı doğar?
3. Dünyada kaç tane piyano akortçusu var?
4. ABD'de kaç tane benzin istasyonu var?
5. Yeşili tarif edebilirmisiniz?

Dikkatli olun, akla gelen ilk çözüm genellikle yalnıştır....

Monday, April 17, 2006

Vazgeçmek Dışında Başarısızlık Yoktur!!!

Yoksa, Çocukların masal, gençlerin roman, filozofların felsefi eser olarak okudukları bu kitap gün ışığına çıkmazdı...

Don Kişot'un Cervantes'ten geçen tarafı...
Cervantes pek çok eser yazdı; ama ona ün kazandıran Don Kişot (Don Quixote) oldu. Bu kitabında mizacına uygun düşen bir konuyu ele aldı; Don Kişot tipini de kendisini canlandırıyormuş gibi çizdi. Fakir olmasına bakmadan Cervantes zengin, soylu bir ailenin kızına âşık oldu. Ne kız, ne ailesi onu münasip buldu. Ama her sanatkâr ruhlu gibi onun da gönlü ferman dinlemedi; kızın gönlünü çelebilmek için, ne yaman bir insan olduğunu anlatmak amacıyla şiirler yazmaya başladı.
Fakat şiirleri istediği yankıyı yapmadı. O sırada İspanya bir savaşla karşı karşıyaydı. Gönüllü iştirak etti; öyle büyük yararlılıklar göstermeyi düşünüyordu ki, Madrid’in kapısında orduyu karşılayan imparator; “Benim halis evladım Cervantes” diyerek gözlerinden öpecek, o kızı ve ailesini avucuna alabilecek üne kavuşacaktı. Maalesef İspanya o savaşta yenildi; döküntü halinde dönen orduya kimse bakmadı; o da bir sığıntı gibi Madrid’e girdi.
Ne çare ki aşkı onu gayretlere zorluyordu. Madrid’de parmakla gösterilen zenginlerden biri olursa istediği sonuca ulaşırdı. Mali yapısını bilmediği bir şirkete muhasebeci olarak girdi. İşe başladığından kısa bir süre sonra şirket iflas etti. Muhataplarında şaibeli iflas olabileceği kanaati uyandırınca, mahkemeye başvurdular. İmkanlar diyarı Amerika’ya kaçmak için bindiği gemide yakalandı, hapse atıldı. İşte bu mahkumiyet yıllarında Don Kişot’u yazdı. (Mehmed Niyazi)

Wednesday, April 05, 2006

Bahar geldi ruhlara...

Güzel bir insana ithafen...

Güleryüz ve tatlı dil bir insanda bu kadar birleşik halde yer alır herhalde diye düşünüyorum zaman zaman... Ekonomi hocasına "İktisat Profesörü" , hukuk hocasına "Yargıtay Başkanım" diye hitap eden bu genci tanımanızı çok isterdim... Biliyorum gönlü yaralı.. O büyük yüreği kim yaraladı bilmiyorum, ama ben biliyorum ki, onun kocaman yüreğinde sevgi ummanlar kadar ucsuz bucaksız... Kendilerine ithafen bir yerde okuduğum şiiri (büyük ihtimalle Yahya Kemal'e ait olabilir) sizlerle paylaşıyorum...

Körfezdeki dalgın suya bir bak göreceksin,
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde,
Mehtap, iri güller ve senin en güzel aksin,
Velhasıl, o rüya duruyor, hala yerli yerinde...

Friday, March 31, 2006



Eskişehir bu hafta sonu toplumun bir çok kesimini yakından ilgilendiren Açık Öğretim Sınavları heyecanını yaşıyor... Sınava katılacak herkese başarıla diliyoruz... Açık Öğretim fırsatı bence, üniversite hayalini gerçekleştirmek isteyen herkes için çok müthiş bir fırsat... Özellikle çalışanların üniversite okuma heyecanı beni her zaman etkilemiştir...

Wednesday, March 22, 2006

Dikkat edin sizin hayatınız da bu durumda olmasın!...


Hayatımız zaman zaman rutinin çarklarına şıkışıp eziliyor olabilir.

Yaşamın süregiden başdöndüren hızından kafamız kaldırıp, sıradışı şeylerin farkına varmakta da yarar var...

Hepinize sıradışı yaşam diliyorum!...

Friday, March 17, 2006

Ve Nihayet Compir Amerika'da!...

Uzun zamandır tanıdığım Compir'in Amerika heyecanına, daha önce Romanya telaşesinde olduğu gibi yine yakından tanık olma fırsatım oldu. Ve nihayet uzun zamandır beklediğimiz mutlu son gerçekleşti, Compir Atlantıiğin öte yakasına ayağını bastı.

Romanya gezisinden biliyorum Mehmet'in gözlem yeteneği gerçekten çok harika. Bu kadar "observation" insanı mutlu ediyor. Zaten www.compir.net 'in müdavimleri ne kadar etkili tasvir yaptığını çok yakından biliyorlar...

Ben de kendi adıma Compir'e Amerika'daki macerasında başarılarının devamını diliyorum. Sanıyorum ve inanıyorum ki, Amerikan Halkı Compir gibi değerli bir insanı bağrına basacak:)))
Hilary Duff'ların, George Clooney'lerin memleketi şimdi bize yakın olan birisine kapılarını açtı... Artık Amerika izlenimlerinden bizi mahrum bırakmayacağını ümit ediyorum...

Yolun açık olsun dostum!...

Monday, March 13, 2006

Kitap Okumak Gibisi Yok!..

Aranızda kitap okumanın zevkine varmış olanlar olduğunu biliyorum. Kitapların her zaman özel ilgi görmesi gerektiğini düşünüyorum. Gazetelerde kitaplarla ilgili bir köşe varsa
ilk önce ordan okumaya başlıyorum hep. Özellikle eski kelimelerin kullanıldığı kitapları çok severim. Bir de alışılmaldık cümleler çok hayretfeza. Mesela Peyami Safa "Biz İnsanlar" isimli eserinde Vedia'ya "Misterin verdiği pasyon aşk değildir" dedirtiyor. İçinde her ne kadar yabancı sözcükler barındırsa da bu cümlenin bana göre anlamı büyük bir vecize olduğunu söyleyebilirim. Yazarlar çoğu zaman kendi düşüncelerini okurun beğenisini kazanmış karakterlerin dilinden ifade edebiliyorlar. İşte son okuduğum bir kitaptan sizlerle paylaşmak istediğim notlarım;

"Sevginin niçini olmaz ki efendim... Düşünsem belki makul bir sebep bulabilirim. Fakat bu hakiki sebep olmaz. Çünkü biz önce severiz. Sonra sevdiğimiz şeyin güzel taraflarını bulmaya çalışırız. Bu da hodbinliğimizden doğar efendim"

"Can verme gam-ı aşka ki aşk aşk afet-i candır;
Aşk afet-i can olduğu meşhuru cihandır;" (Şair Füzuli)

"Metod dediğiniz uydurmanın riyazi (yani matematiksel) bir katiyeti var mı? İnsanlar hem doğruyu bilmek, hem de aldanmak için yaratılmıştır. Hadiselerin kırk veçhesi bulundukça ve insanlar kırkına birden nüfuz imkanından mahrum kaldıkça gelip geçen şeyleri kendi dar çerçevelerinden görmekte devam edeceklerdir".

"Ne yapalım ki, muhterem tarih bizatihi mevcut değildir ve biz onu yine tarihin çocuğu olan bir insanın ağzından dinlemeye mecburuz".

Friday, March 10, 2006

Yazıya gelen yorumları sizinle paylaşıyorum...

Son iki yazımızla ilgili gelen yorumları takdirlerinize sunuyorum!...

Hocam haftasonu uzaya gidiyorum istediginiz birşey var mı? Siz dünyalılar çok garip oluyosunuz:) (Derya Cengiz, Adana)

Size selamlarımızı sunarak bizim gibi figüranlara bu önemli projede yer verdiğiniz için marjınal fayda 0 iken size maksımum minnettarız!!! (İlker Kaya, Memleketi Belirtilmemiş)

İktisatçısın dediler,
Marjinal Fayda Vermediler,
Arz Talebin ustasıyım,
İktisadın Hastasıyım (Volkan Angay, Alanya)

Bence sız iktisat yerine edebiyat bölümü okumalıymışsınız:) ama bir iktisatcı olarak ta harıka yazılılarınız türkceye hakım olmanızda hayret uyandırıcı vede mükemmel (en azından benden daha iyi kullanıyorsunuz:) ) neyse basarılarınızın devamını canı gönülden dilerim hayatta hep basarılı ve de mutlu olmanız dileğiyle... (Vedat Ateş, Edirne)

Thursday, March 02, 2006

Öğretmenin Not Defteri!!!


Bu Topluluktaki Canlılık Hayret Ufkunuzu Genişletsin!

Günlerden bir gün Ay’la Yıldız, gecenin karanlığında Fırat’ın sularında Mars’tan gelen Derya’ya (bu arkadaş azcık dünyalı değil) doğru yüzerlerken balı kesen İpek böceğiyle karşılaşırlar. Ona ne kadar “Çalışkan” olduğunu hatırlatırlar. Bozkırların aslanı Gür Kan’la Kahveci Ha Kan’ı FFilizz çay içerken görürler. (Bu iki arkadaşın kanla ilişkileri iyi, sıcakkanlıdırlarJ) Bir bölük askeri seyre dalırlar. İlk Er sırtını Kaya’ya dayamış, Zafer Türküsü tutturmaya başlamıştır çoktan. Bunların neşesine Sinan bir şarkı Yazar. Şarkının sözlerini Speys’li Kekşahin’in (bu herif te kek gibi tatlı birisi) sitesinden indirmiştir, ama ne yazık ki “.pdf” formatında.

hERGÜN Arif olabilen Wall Kan bu sefer psikopata bağlayıp ders çalışmayı düşünür bu curcunada. Fer ve Da adında iki arkadaş Dayıca tavırlara Özlem duyarak etrafa Çil Çil dağılırken, Mesut ve bahtiyar olan Açıkgöz’lü bir adamın “ağbi” olmasını isterler. Kendilerine Dün Dar ve Küçük gelen iki kişilik ekip, “Bir kadın çizeceksin” şarkısında kafayı sallamaya devam ederler. Lim Selinde Akıncı Oğlu’yla yüzmekle kalmayıp, yarış da yapan Demir yelekli Sezar Faruk, Kuş’ların sahile Serpil’mesini seyreder durur. Oklarının yayını Geren LEE ve Erzan ikilisi (Bunlar da Bruce Lee’nin yeğenleri sayılırlar), bir taraftan da yazacakları mektubun şemasını kafalarında tasarlarlar. Çapraz açıdan bunları seyreden Gök Han Ve Dat Ateş yakarlar. Arka arkaya espri yapan Kaan, şunadagül, bunadagül derken son üç ayın en gözde emesen mesıngır hatasını yapar. Daha neler, neler… Tüm bu olanlara bir öğretmenden başkası nasıl sabretsin ki?
NOT: Bu yazıda oynayan tüm öğrenci arkadaşları sahne performanslarından dolayı can-ı gönülden kutluyorum. Sınavlar iyi geçerse, vizeden sonra perdeleri yeniden açabiliriz

Friday, February 17, 2006

İktisadın Güler Yüzü

İktisada Giriş Dersi Almayanlar Okuyamaz!...

Eskişehir’de Anadolu ve Osmangazi Üniversiteleri ile 2 yıllık
bölümler de dahil belki de hali hazırda 50–60 bin kişi iktisat
dersi alıyordur. Buna daha önce iktisada giriş dersi alanların da
sayısını eklersek eminin çok ciddi rakamlara ulaşırız. Bu bakımdan
istedik ki, herkesin ortak noktası olan bu konuda söylemek istediği bir
şeyi olanların da sesine tercüman olalım.

Sabahın taze ve daha yorulmamış canlı dakikalarında yataktan
zihnimizin sakin olduğu şekilde kalkmak kadar rasyonel bir davranış
olamaz. Güneşten önce gözlerini açıp, güneşi selamlayarak, uyumanın
marjinal eksiye düşürmeyecek kadar akılcı davranmalı bir insan. Uyku ve
rüyalarla bize sarılan rehavetin toplam faydası maksimum olduğunda,
sıçramak gerekir, yatağın soluklarımızı yutan yumuşaklığından. Mikro
iktisat kuralları çerçevesinin dışına çıkıp, sabaha kadar
“pıleysteyşın” karşısında nöbet tutmanın fayda
maksimizasyonuyla alakasını kim kurabilir ki? Böyle bir eylemin
yularında esir olmuş bir ekonomik birimin tüketici dengesine ulaşma
gibi bir gayesi olabilirmi? Hayat geliş amacımız olan televizyon
karşısında kumanda düğmelerine ilan-ı aşk etmek ameliyesini nisyanına
feda eden bireye kim normatif iktisadın refah gayesini anlatabilir ki?
Dizilere olan talebin yatay eksene dik hale geldiği bir evde, ortak
finansal kararlar alan hanehalkını TV talep esnekliklerinin tam
inelastik olduğu konusunda kim uyarabilir ki? Gelir esnekliğinin
negatif olmasını unutup, makarna ve hazır çorbanın enfes tadı
eşliğinde, sabaha kadar çapraz talep esnekliği negatif olan aşklar
hayal etmek kadar bir öğrenciye gına getiren başka ne olabilirki? Ya 14
Şubat’ta şehir değiştirip, sevgilisine kavuşma heyecanıyla yanıp
tutuşurken, iktisat bilimine “hatun etkisi” diye bir kavram
kazandırdığından bihaber olanlara ne demeli? Kuş gribine rağmen, beyaz
ete olan talep eğrisini sola kaydırmayacak kadar diğer değişkenler
sabittir varsayımına gönül verebilenlere helal olsun! Hele, her gece
uyumamanın öğleden önceki derslere gidememek gibi bir fırsat maliyeti
olduğunu unutacak kadar şiddeti artan ihtiyaçlara örnek oluşturmak
gibisi yok.

TV kanallarını mağdur etmemek için taban izleme saati belirleyenlerin
hali perişan. Ama bununla beraber kısa dönemde azalan marjinal verimler
kanununun işleyebileceğini öngörüp eve sekizinci kişiyi almayacak kadar
uyanık. Her dersin hocasına diğer dersleri çalıştıklarından dolayı o
derse çalışamadıklarını bıkıp usanmadan anlatacak kadar uzun dönemde
ölçeğe göre artan verimle çalışan çeneye sahip olanları. Sahi kim
bunlar? Ey bu yazıyı okuyup kendini biçare gibi gören e-okur, sakın bu
sen olmayasın! Bilesin ki, konuşmak ucuzdur, çünkü arzı talebinden daha
fazladır. Anla ki, artık harekete geçme zamanı. Sen, sen ol, bundan
sonra yeni bir beyaz sayfa aç! TV izlemeye karşı esneklik değeri birden
çok büyük, ders çalışmaya başlayıp bırakamama konusunda esneklik değeri
birden küçük bir talep eğrisi.

SONSÖZ
Kendini kandırmanın fırsat maliyetini bütünüyle idrak etmemiş bir
ekonomik birim, başarı merdivenlerini tam anlamıyla tırmanamaz!...

Monday, February 13, 2006

Kurtlar Vadisi Eskişehir'de...

Kurtlar Vadisi ve Nadia CAMUKOVA Eskişehir'de

Uzun süredir konuşulan Kurtlar Vadisi fenomeni Eskişehir'de ilginç görüntülere neden oluyor. Arkadaşlar, hayatında hiç sinemaya gitmediği halde, sırf bu film için sinemanın yolunun tutarlardan bahsediyorlar. Ayrica köylerden teyzelerin, yaşlı ninelerin şehre kadar gelip bu filmi izleme merakını da doğrusu şaşırmadım değil. Takdir edersiniz ki, genc izleyicilerin giyim tarzında bu başarılı yapımın izleri rahatlıkla görülüyor. Yani mekana siyah tonlarda giyim tarzı hakimmiş...Gidenlere ve gideceklere şimdiden iyi seyirler...

Ayrıca şehrimizdeki etkinlik çerçevesinde "Dünyanın en üstün zekalı insanı ve en genç profesörü" şeklinde tanıtımı yapılan Nadia CAMUKOVA'nın 16 Şubat Perşembe günü saat 19:00'da yapılacak söyleşisinden sizleri haberdar etmek istiyorum... Tepebaşı belediyesinin organize ettiği program Taşbaşı Kırmızı Salon'da yapılacaktır. Özellikle gençlerimizin programdan haberdar olmanızda yarar var.