Monday, June 25, 2007

Azcık uzaklardaydım.. Kimse alınmasın... İşte kanıt...

Yolculuk Notları

Büyük yolculuklardan önce duygulanırım demiştim, ama bu yolculuk çok komik ve entelektüel geçti.

Öncelikle yol boyu çalan şarkılardan bahsetmek istiyorum. Sanırım İbrahim Tatlıses’in şarkısı olmalı, şöyle diyordu: “Adını kalbime yazdım, kader silemez!” Aman Allahım dedim, kendi kendime, insanoğlu olarak bizler neden haddimizi bilemeyiz. Şarkı ne de tuhaf, duygularından emin olmadan iddialı olmak. Biz erkekler, genelde duygularımızdan emin oluncaya kadar konuşmayız (en azından ben), ama ne yazık ki hatun milleti gördüğüm kadarıyla bu konuda zafiyet yaşamaktadır.

Yolculuklarda izlediğim filmler de beni çok güldürür. Önce Taşıyıcı isimli bir filmi koydular, aksiyon var, olabilir. Sonraki film: Van Hielsing. Neyse ki, arka koltukta oturan bayan müdahale etti. “Neden bize böyle filmler izletiyorsunuz” dedi, diğer yolculardan da itiraz yükselince, filmi kapattılar. Ama ille de film izlememiz gerekiyor gibi bir şart var sanki. Birazdan diğer bir film konuldu: Halloween – 2 (Cadılar Bayramı – 2). Mustafa Akkad imzalı bu film, malumunuz korku filmi. O film ve öncekinde ben yan koltukta oturan bayanın edebiyat dergisini aldım ve okumaya başladım.

Önce Boris Pasternak’la ilgili biyografik bir yazı okudum. Dr. Jivago ile Nobel Edebiyat Ödülünü almaya hak kazanan ama ödülü geri veren bir yazar. En acısı ise, Boris Pasternak’ın ilk eşi hapiste gördüğü muameleden dolayı çocuğunu düşürüyor. John Steinback’le ilgili bir yazı okudum. Büyük Bunalım’ı yazarak ünlü olan Steinback bende yeni fikirlerin oluşmasına neden oldu.

Çapraz koltukta oturan hemşire adayı, metal müzik dinliyordu. Baktım bir “bağırtı” sesi geliyor, sen ne dinliyorsun dediğimde “metal müzik” cevabını aldım. Oysaki bir hemşireden dinlendirici bir şey dinlemesini beklemiştim.

Yolda karşılaştım çok ilgimi çekti: iki elektrik lambası arasında sarı ışık öyle hızlı yanıp sönüyor ki, sanki ışığı lambalardan biri atıyor, öteki tutuyordu hızlıca.

Yol boyunca verilen sudan çok rahatsız oldum. Su çok acıydı nedense. Acı su ve klimadan gelen hava bile acıydı… İndiğimde, 100 kilometre yol daha gitmem gerekiyordu. 10 YTL (evet on yanlış okumadınız) verdim ve özel bir taksiyle 100 kilometre daha gittim…ve yolculuk bitti…!

Yol boyunca yanımda hissettiğim Faruk Sezer’e teşekkür ediyorum.
Gelmeden önceki akşam, yemek fikrini ortaya atan ve bunu uygulayan, Yasemin, Kübra, Emine ve İbrahim’e teşekkür ediyorum. Gerçi İbrahim az kaldı ama sorun değil. Şehzade Konağı’nda boşanma üzerine bu kadar eğlenceli bir sohbet, dünyanın başka şehrinde olmuyordur herhalde-:::))) Porselen makyaj, Mü ve/veya Nü olduğunu anlamadım-:) Mü(Nü)kellef hakkındaki konuşmalar da fena değildi.

Dersanemizin bana göre en vefalı öğrencisi Ali Sarı'yı bu vesileyle hatılatmak istiyorum...

4 comments:

Smart Learning Hub said...

nihayet çıktın ortaya. yoksa ben bloga kayıp ilanı verecektim.

Anonymous said...

Hayırlı Yolculuklar..

Önder Yenilmez said...

Mehmet teşekkür ederim

Ben de otomatik olarak siteyle zaten ilgilenirsin diye düşünmüştüm:)

Ece

benim siteyi takip etme görevin dışında sana bir görev daha veriyorum:
biraz da gidip e-mailine felan bak:):):):)

Ufkabakan said...

Yolları Seviyorum..

Heleki bir yolculukta sabahın erken saatlerinde daha şehir uyanmadan güneş yeni yeni doğarken şehire girmenin tadı sanırım içten içten manyak gaza getiriyor beni ne bileyim Şehirlere dışarıdan bakmanın ayrı bir tadıda yok değil.. ve aklıma gelen çoook önceden edilmiş bir yemin..

'' Bir gün içinden geçtiğim her şehir adıma duyacak ''

ve sanırım şu istanbul günlerimde o günün yaklaştığını dahada hissediyorum..

Kısacası yollardayız..

Hayat bir yol..
Ölüm bir yol..