Wednesday, January 07, 2009

Günah Küresi

Sanat, iyi ellerin emeğinde yoğrulduğu sürece, insanlığın amaçlarına pekala hizmet edebilir. Olmuş veya olması muhtemel hakiki hadiseleri, kurgusal zeminde insanlara göstermek, onların kendilerince dersler çıkarmasına da sebep olabilir. Bu bağlamda, üç ayrı zamanın filmine bugünün penceresinden bakalım; ilk eserimiz, Brain DePalma yönetiminde 1983 yılında çekilen “Scarface” (Yaralı Yüz) isimli film. Konumuzla ilgili kısımlardan bahsedeyim: Al Pacino`nun acımasız bir role girdiği filmde, uyuşturucu işinden büyük paralar kazanan adamlar, kendilerini deşifre eden bir devlet görevlisini ortadan kaldırmak istemektedirler. Bunun için uyuşturucu baronunun yakın adamı ile Tony Montana (Al Pacino) New York`a giderler. Gece, adamın arabasına bomba koyulur. Sabah olur, devlet görevlisi, arabasına binerken, karısını ve iki kız çocuğunu da yanına alır. Eli kanlı bir katil olmaktan gocunmayan Al Pacino, çocukları öldürmenin yalnış olduğunu uyuşturucu baronunun adamına anlatmaya çalışsa da, çabasının yersiz olduğunu görür. Adam, bombayı patlatmak için, parmağını uzaktan kumanda düğmesine uzatırken, direksiyonda oturan Al Pacino, tabancasını çeker ve arabasının sağ camını onun beyniyle boyar. İlerideki arabanın arka koltuğunda herşeyden habersiz kendilerine gülümseyen çocukların masumiyeti, Tony Montana`nın kalbine merhamet yağdırmıştır. Bu filmin senaristlerine içten içe minettar kalmıştım.

İkinci filmin senaristlerine ise kızdığımı hatırlıyorum: Alejandro Gonzales İnarritu yönetiminde 2003 yapımı “21 Gram” isimli yapımdan bahsediyorum. Adamın birisi ölecek ve onun kalbi, hasta matematikçi olan Sean Penn`e takılacaktır. Karelerde iki evladının elinden tutmuş yürüyen babayla, arabanın direksiyonunda olan Benicio Del Toro`nun görüntüleri arka arkaya belirince, içimden, “Umarım senaristler, çocukları katletmeyecekler” diye geçirdim. Kalbim, kurgusal bile olsa, o iki çocuğun ölümünü izlemek istemiyordu. Bir sonraki sahnede, Benicio Del Toro nedamet[1] dolu sesiyle karısına şunları söylemektedir: “Çocuklardan birisi ölmüştü. Diğeri ise yaralı bir şekilde gözlerimin içine bakıyordu. Yardım etseydim kurtulacaktı. Ama korktum ve kaçtım”. O sahnenin acısını seyircinin üstüne boca eden senaristlerin, kendilerince yaptıkları hesabı çok sonra anlayacaktım.

Üçüncü filmimiz, daha doğrusu dizimiz ise, çok yakın bir tarihten: “Tek Türkiye”yi kastediyorum. Bir çok noktasıyla, beni başarılı yapım olduğuna ikna etmiş oldukça iyi niyetli bir sanat eseri, “Tek Türkiye”. Zelal Kadın rolüyle filmdeki doktorun hakiki annesini canlandıran Özlem Akınözü`nün gözyaşları dinmiyor. Zelal Anne, Mustafa Akkad yönetiminde çekilen “Çağrı” filminde, Ebü Süfyan`ın karısını oynayan Irene Papas kadar başarılı bir oyuncu gibi duruyor dizide. Bununla birlikte, diziyi izlediğım saatlerde, senariste çok kızdığımı söylemeliyim. Özellikle son bölümde, terörist oyuncuların çocuk katletme kontenjanını oldukça yükseltti senarist Samim Utku. Diğer senaristlerde olduğu gibi, onun niyetini de anlamam rahatlamamı sağlıyor. Kurgusu bile insanı manen yıkan bu görüntülerin, gerçeği nasıl parçalamaz ki insan yüreğini?

“Yaralı Yüz”de, “21 Gram”da ve “Tek Türkiye”de, senaristlerin kullandığı iletişim tekniğinin niyeti belli: Kötü olanı, kurgusal olarak göster ve insanların ders çıkarmalarını sağla. Senaristler, çocukların katledilmesi sonucu nasıl bir acının yaşanacağını, kurgunun gücünden yararlanarak en yalın haliyle bize resmediyorlar. Filmde bile olsa, yüreklerimiz parçalanıyor. Onların aslında ölmediğini bildiğimiz halde, tüylerimiz diken diken oluyor.

Kalemim cılız, sesim kısık, kuvvetim yetersiz... Ama kalbim buğzediyor, gerçek hayatta çocuk katledenlere. Ortadoğu`da, çocukların dünyasını imha eden bombaların patladığını görmenin acısına dayanmak mümkün değil. Çocuklar, saflığın, masumiyetin ve günahsızlığın diğer isimleridir. Herhalde bu yüzden, “İçinizde, çocuklar ve yaşlılar olmasaydı, başınıza taş yağardı” demiş yüce kurallar. Günahsızları küstürerek dünyadan kovanlar, dünyayı bir günah küresi haline getiriyorlar.
[1] Pişmanlık

3 comments:

Ufkabakan said...

Sanıyorum burada bir film eleştirmeni moduna girmişiz :) valla bende tam film eleştirileri hakkında bir blog açmıştım :) Gerçi çok fazla üstüne eğildiğim söylenemez ama bişeyler karalıyorum yine :) eski bloguda bayadır boş bırakmıştım. şimdilerde yeniden başladık bakalım yazmaya :) hadi hayırlısı :)

Görüşmek dileğiyle..

Saygılar.

Önder Yenilmez said...

Merhaba Ismail,

Hos geldin,

Guzel oldu, geri gelmen..

yorumlarini bekliyorum, cilgin

yorumlarini,

burda ara sira senden bahis aciliyordu...

ben de bu blogu takip edenlere zaman zaman gonul koyuyorum,

kardesim, madem okuyorsunuz, azcik da fikrinizi yazsaniz fena mi olur ?:)

Ufkabakan said...

aslında hocam yemek blogu acmak lazım :) manyak hit var o işte.. :) kadın kısmısı bildiği kek'in tarifini bile görse başka bi blogda on kere bakıyor :)

Öğrencilik yıllarında yaptıgımız patatesli yumurtaları :) Tatar yemeğini , maklubeleri bile koysak siteye ziyadesiyle hit çakarız :)

Ben gönül koymuyorum kimseye :) zaten yazıları ben kimse için yazmıyorum ki aradan bi 5-10 sene geçince blogspot halen var olmuş olursa 10 sene once ne yazdığımı okuyacagım o zamanlar boyle dusunuyormusum diyeceğim :)

Bide işin güzel tarafı hadi benim yazdığım yazıyı yazıda bahsettiğim kişiler fln okursa o zaman güzel olur işte.. :)

Seyreyle kopan tufanı :)

yoksa yorum morum hikaye :)