Sunday, February 04, 2007

Kütahya Yolculuğu...(Aşk İçin)



Bu yazı gençlere hitaben yazılmıştır. İsteyen yaşlılar da okuyabilir.

Yaşlı bir adamla röporaj yapıyorlar. Gazeteci soruyor, "Eşinize hiç seni seviyorum" dediniz mi?" Verilen cevap beni gerçekten çok etkilemişti : "Bunları röportajda söylemem. Bunlar aile içi şeyler."

Kütahya'ya yolculuk yaparken karşılaşdığım bir olay beni bu konuda başka şeyler söylemeye mecbur etti. Otobüsle yolcluk yapıyoruz. Bir eli sakat, iki eli titrek, karısının da elleri titreyen o yaşlı adamın kırışıklık dolu siması ne kadar samimiydi. Elden ayaktan kesilmiş kocasını aslanlar gibi gören o teyze, ne kadar da içten. Manzara şöyle: arka ikili koltukta birbirlerine dünyanın en güzel sözlerini söyleyen gençler… Kızın nazı, işvesi… Genç adamın, ona doğru sokulup, ara ara kızın kulaklarından adeta dudaklarına gülümseme üflemesi… Buluşan eller, bakışan gözler, okşayan dokunuşlar. Her iki cinsin içindekini en iyi şekilde nümayiş ettirme telaşına benzeyen aralıksız hareketlenme. Suni mahremiyet atmosferi oluşturmaya çabalayan kısık gülümsemeler… Dönüş yolculuğunda onları kavga ederken gördüğümde hayrete kapıldım.

Gençlerin enerji dolu o hareketliliğinden bir koltuk ötede, yüzlerinde ve kollarındaki derilerin buruş buruş büküldüğü yaşlı çift. Onlarda muhavere(diyalog) yok. İlgi toplama çabası yok. Ara sıra birbirlerine çevrilen bakışlar var. Onların hisleri sessizlikte boy atıp büyüyor. Yaşlı teyze, naza ve işveye ihtiyacı olmayan bir samimiyet abidesi. Sakat elinin parmaklarını diğer eliyle düzelten amcanın davranışlarında yine aynı hal. Yaşlı bey özründen utanmıyor, yaşlı hanım özür görmüyor. Yanımdaki koltukta oturuyorlar ve o sükûnetlerinde öyle bir duygu akıtıyorlardı ki, hemen yanı başındaki delikanlıların aşkı(!) gözümde sönükleşiyor. Anlayamıyorum. Onların köhne vücutları nasıl oluyor da, taze bir enerji yayabiliyor? Onların derilerindeki buruşuklukların arasında sıkışan hisleri beni neden bu kadar etkiliyor? Genç çiftin duygu yaygarasını nasıl bastırıyor? Aşk hangisi? Hangisi aşk? Çeyrek gün içinde, eğlence parkında yükseğe çıkarılıp oradan bırakılan araçlar gibi bol yokuşu ve inişi olan birliktelikler mi? Yoksa yüzdeki her kırışıklığın, irtifasına bir kademe daha ekleyerek, heyecanını arttırdığı ömür boyu tırmanan sevgi yolculuğu mu?
Tüm genç arkadaşlara aşkın anlamını/değerini/seviyesini/gizliliğini soruyorum. Yorumlarınızı bekliyorum... Comments kısmından Other şıkkını işaretleyerek yorumlarınızı diğer okuyucularımızla da paylaşabilirsiniz...

3 comments:

Anonymous said...

Sevgili Önder bey yazılarınızı büyük bir memnuniyetle izliyor, heyecan fırtınası içinde okuyoruz. Yine bizi, düşündürüp ders çıkarmaya mecbur bırakan bir konuyla başbaşa bıraktınız. sizin gibi yüreği aşkla dolu bir insanın sözlerine yorum yazmam kanımca haddi bilmezlik olur. Bu sebeple bu konuda bir düşünürün sözlerini sizin hikayenizi pekiştirmek adına yazıyorum...

AŞK

Aşk, aşk sözünün edildiği yerlerde aranmamalı. Bu öyle bir alevdir ki, fitili de yine onun gizliliğine emanettir. Sır urbalarını atıp arifteleşen söze sermaye, felsefeye malzeme olan aşk, aşk değildir; o aşkın ölgün bir resmidir. Gazellere dökülen, bestelerin emrine giren ve onlara kul-köle olan aşka ait mırıltılar, sadece onun birer yansıması ve kitaplarda anlatılanlarda birer kaba tarifidir. Onu gönlünde gizli tutmasını bilenler, içlerindeki bu fırtınayı kendilerinden bile gizlemeye çalışırlar. Aşk ihtişamı ölçüsünde gürültü ve şovdan uzaktır.

Anonymous said...

Yandıkça su, alev alıyor aşk...ve yüreğimiz kanlı bir ebru oluyor ansızın...eğer suyu yakarsanız işte o vakit aşk alev alacaktır...

Anonymous said...
This comment has been removed by the author.