Monday, April 20, 2009

Paris`teydim...

Paris`teydim…

Hemen hızlı bir giriş yapayım izninizle: Öncelikle on beş franklık gloria ile karşılaştım. “Gloria nedir?” diye soruyorsanız, hemen açıklayayım: Alköllü kahve demek. Tabi geri çevirdim. “Tüm alayların üzerine yağdığı, hor görülen bir zavallı yaratık vardı” oralarda. 250 gram dolaylarında bir ağırlık ölçüsü olan mark`ı dikkate aldım. Ünlü tefeci Gobseck`i tanıdım. Onun için “babasının kemiklerinden domino taşları yapabilecek adamdır!” diyorlardı. Sonra, şöyle bir duyum aldım: “Paris`te kadınların yüreğini eşeleyecek olursanız, sevgiliden önce tefeciyi bulursunuz”. Sonra bu Paris sokaklarında, biraz da insan kimyasını öğreneyim dedim: “Yüreğimiz bir gömüdür, birden boşalttık mı battık demektir. Bir insanın beş parasız olmasını bağışlayamadığımız gibi, bir duygunun olduğu gibi ortaya dökülmesini de bağışlamayız. Bu adam her şeyini vermişti. Tam yirmi yıl boyunca, yüreğini, aşkını vermişti: bir gün içinde servetini vermişti. İyice sıktılar limonu, posasını da sokağın köşesine bıraktılar”.

Sonra, Madame de Beauseant ile tanıştım. Samimiyetimiz artınca ve onunla yakında tanışınca, bana “Monsieur, tam hak ettiği gibi yargılayın bu dünyayı. Yükselmek istiyorsunuz, size yardım edeceğim. Kadınların çürümüşlüğünün derinliğini araştıracak, insanların sefil gururunun genişliğini ölçeceksiniz” dedi. Oradan çıkıp, Neuve-Sainte-Genevieve-Sokağı`ndaki, pansiyona dönerken, Rastinac`la tanıştım: Üniversitede bir tıp öğrencisi. Annesine ve kız kardeşlerine mektup yazıp, para istediğini söylerken, düşüncelerini okudum: “Kız kardeş yüreği, bir arılık elması, bir sevgi uçurumudur” diyordu içinden. Ama diğer taraftan, “Bir üniversitelinin cebine para girdi mi, içinde masalsı bir sütun belirir hemen, bu sütuna yaslanır” kuralını biliyordum. Komşusu ona şöyle söylemiş : “Güzel bir delikanlısınız, aslanlar gibi mağrur ...bir delikanlı. Şeytan için güzel bir av olurdunuz”. Tabii, acılı hikayeler de dinledim. Lime lime doğranan bir baba yüreği gördüm. Ama o baba, hiç yılmış birisine benzemiyordu: “Evet, evet, istediğiniz kadar parçalayın yüreğimi, her parçası bir baba yüreği olur gene” diyerek inadına devam ediyordu. Bir sonraki vurucu ve sarsıcı bilgiyi de Paris sokaklarında gezerken öğrendim: “Dünyayı bir çamur okyanusu olarak görüyordu, insan ayağını batırdı mı, boynuna kadar gömülüyordu içine”. Ya da “Kötü haberleri iletmek için, zamandan bol ne var?”. Yani kötü haberleri ulaştırmak için acele etmemeliyiz. Son olarak cenaze törenine katıldım: “İki papaz, ayin çömezi ve kilise hizmetlisi geldi, dinin bedava dua edecek kadar zengin olmadığı bir çağda, yetmiş franka ne verilebilirse verdiler”.

Merhaba millet. Hayatımın disiplin adına, içinden geçtiği kısa bir süreci tecrübe ettim. Geçen sene bir hikaye yarışmasına katılmıştım. Hikaye yarışmasında aldığım dereceden ötrü kitap çeki hediyesi tarzında bir ödüle layık görülmüştüm. Ben de ilgi alanıma hitap eden, konulardan olmak üzere kitapları seçip bunun keyfini çıkarmaya çalıştım. Gelelim, Paris Macerama... aldığım kıtaplardan birinin ismi de “Goriot Baba” idi. İki kızı için de her şeyi, evet yalnış duymadınız, her şeyi yapmayı göze alabilecek kadar ifrat dereceli bir babanın hikayesi anlatılıyor bu kitapta. Kitabın yazarını aranızda tanıyanlar vardır: “Honore de Balzac”. Balzac`la daha önce tanışamamış olmanın hüznünü yaşadım doğrusu. Otobüste giderken, boş durmayayım, elimde okunacak bir malzeme olsun diye aldığım Goriot Baba`yı 15 günlük bir süre zarfında okuyarak bitirdim. Her gün işteyken, ve işten eve giderken kitabı okumanın planlarını kuruyordum kafamda/zihnimde. Balzac, genelde insan kimyasını, özelde ise gençlik kavramını iyi müşahede (gözlem) edebilen bir yazar. Romanı öyle anlatıyor ki, insan kendini Paris gecelerinde, tiyatro salonlarında ya da malikanelerinde yürür gibi hissediyor. Balzac, ayrıca bana şunu gösterdi : Dikkatsizliğimden dolayı ufak parçalar halinde hayatımdan kopup düşen zaman parçalarını artık görebilmeliyim. Balzac, bana bu zaman parçalarını verimli kullanma konusunda iyi bir eğitim sunmuş oldu. Kitabı okurken, müthiş ve oldukça sevimli bir amcadan elmadaki şeker misali nasihatler dinlediğimi fark ettim. Gençliğin terbiyesini önemsediği için, Allah, Honore de Balzac amcadan razı olsun. Ilk kez bir yazarı okuduğumda, onun çevresinde hissettim kendimi. “Amca” ifadesini kullanmamın sebebi budur. Maksadım, latife yapmak değil kesinlikle. Bu büyük yazarın eserlerine daha dikkat vermeli, onu daha çok okumalıyım. Sayın Balzac, kitabını rafta bu kadar (bir yıl) beklettiğim için lütfen beni bağışla. Velhasıl kelam, tanıştığımıza, memnun oldum Sayın Balzac.


19.04.2009 – 01:44 Cumartesiyi – Pazara bağlayan uykusuz bir gece!....

No comments: