Tuesday, April 28, 2009

***********************************************************


Sözde Kızlar...

26 Nisan 2009. Nisan ayının son pazarı. Mayıs, kollarını açmış, gelecek haftanın pazarını kucaklamak için sabırsızlanıyorken... Saat 00:45 – Yeni günün yenice saati neredeyse geride kalıyor. Aslında şu anda yapmam gereken, mecburi işlerle geçirmem gerekiyor zamanımı. Ama ne yaparsın? İnsan tutkusunun peşinden gitmek istiyor çoğu zaman. Bir roman bitirdim az önce. Sahneleriyle kendini zihnime kazıyan, açık sözlü bir roman.

Hatice/Belma gebe kaldığını öğreniyor. Sıra geliyor, çocuğun alınmasına, buna karşı çıkarken, iç sesi beyin kıvrımlarında yankılanıp duruyor : “... Çocuk üç aylık vardı. Kımıldıyordu. Onu öldürmekle, bir insanı öldürmek arasında ne fark var? Bir insan hiç olmazsa kendini müdafaa edebilir, ya çocuk? ...”. Hatice`nin bu cümlesi, bende bir idrak uyanışına sebep oldu. Bir kadının, kendi karnında kımıldadığını hissettiği bir canlıya kolay kolay kıyamamasının oldukça normal olduğunu anladım. “Kımıldıyordu”... Peyami Safa`nın bu ifadesine kadar, kurtajı mekanik ve duygudan yoksun bir olay gibi görüyormuşum. Ama şimdi, çocuk aldırmanın aleni bir cinayet olduğuna kani oldum. Zaten Peyami Safa`nın en güzel yaptığı şeylerden birisi de, romanlarında kadınların yerine düşünebilmesidir.

Dehşetin tasviri bu kadarla bitmiyor: “... Ne yapıyor diye ona (yani Behiç`e, çocuğun babası olmak istemeyen, biyolojik babasına yani) baktım: Kulağını yerden hiç ayırmıyordu. Bilmem ne kadar öylece durdu: On saat mi, on dakika mı, on saniye mi, tahmin edemem... Sonra, bir sıçrayışta ayağa kalktı, hırıltıya benzeyen korkunç bir sesle fısıldadı: “Haydi yürü, herşey bitti. Artık sesi çıkmıyor...”. Nihayet kelam, adam çocuğu diri diri gömüyor ve hiç bir şey olmamış gibi hayatına devam ediyor.

Bence, Peyami Safa`yla tanışmak isteyen hevesli okurların Sözde Kızlar`la başlaması gerekiyor. Ben ilk önce Matmazel Noraliya`nın Koltuğu ile başlamıştım. Rahatça okunabiliyor ve çabuk bitiyor. Bundan önce Şimsek isimli romanı mütalaa ederek okumuştum. Ama Sözde Kızlar çok anlaşılır cümlelerle dokunmuş. Merak duygusu, frekans kaybetmeden yanıbaşınızda size eşlik ediyor roman boyunca. Bu yüzden, endişelenmenize gerek yok. Behiç, Mebrure`yi aldatmak için bin türlü yola başvuruyor. Acımasız dizi ve film senaristlerinin aksine, Peyami Safa, romanlarını her zaman mutlu sonla ve iyinin zaferiyle bitiriyor.

Amcamın meçhul bir mezar taşından bahsederek, farklı versiyonunu anlattığı durumu bu kitapta bir defa daha gördüm. “... mezar taşının üstüne bir Arap şairinin mezarındaki şu cümle yazılmalı ve bütün sözde kızlara hitap etmeliydi: “Dün sizin gibiydim, yarın benim gibi olacaksınız!”.

Tebessümün yaraşması (yani yakışması), gözleri yummak (gözleri kapamak), nokta-i nazar (bakış açısı), inhisar (tekel), taaccüb (şaşkınlık), gibi Azerbaycan`da hala kullanılmakta olan ifadeleri bu kitapta görmek beni oldukça mutlu etmeğe yetti de, arttı bile. Kitaptan iki güzel ifadeyle bu yazıya son verelim:

... “Bir kat çıktılar. Tahta merdivenler, kuvvetli adımlara razı olmadıklarını boğuk, gıcırtılı bir sesle ilan ediyorlar,...” , “... Hava kararıyordu. Gecenin ilk esmer gölgeleri meydanı doldurdu...” . saat 01:28...

Düşünmüştüm ki, Eskişehir`miz, Beşiktaş`la Pazar günkü maçta yıllar öncesinin rövanşını alacak ve bizleri sevindirecekti. Ama bu sefer de yenildik. Olsun... Eskişehir`imin canı sağolsun... Seneye lig şampiyonu oluruz biz de. Nasıl olsa, büyük takımları kendi sahamızda yenebiliyoruz. Şampiyonluk için müthiş bir şans bu. Iyi yolculuklar sevgili takımım...

No comments: