Friday, March 06, 2009

Beklemek...


Samanyolu ekranında Tek Türkiye diye bir dizi var. Belki görmüşsünüzdür. Ya da izlemişsinizdir. Bir insan var, düşünün bir kızı ta liseden beri seviyor. Kalbinde bir yangın var. Kimseye söylemeden o yangını içinde körüklüyor. Belki zaman zaman o ateşin ısısıyla hayallerini suluyor. Istediği sadece o kızla evlenmek. İşte bir gün adam için tüm belirtiler ölümü işaret ederken, kız çıkıp geliyor, adamın baş ucuna. Gencin yüzündeki o mutlu ifadeyi görmek çok etkileyiciydi. Yanmak, yakılmak, pişmek, kavrulmak, kaynamak ama asla kelimelerin içinden geçenleri anlatamayacağını bilerek, yıllarca beklemek. Insanların içinde, toplumun orta yerinde görünerek sır olmak. Yönetmeni tebrik ediyorum, o sahneyi çok iyi işlemiş...

Türkçede yer almış, kendi itibarını kazanmış, asaletli sözleri çok severim. Bir çok edibin yaptığı gibi kelimelerin muhitinde dolanıp durmak, onlara asılmak, onlarla hasbıhal etmek çok hoşuma gider. Büyük adamları hep böyle taklit etsem, bir gün ben de büyük adam olurmuyum acaba?))). Mesela, somnambül kelimesi; uyurgezer anlamına geliyormuş. Çok hoş bir kelime olduğunu düşünüyorum. Muadele mesela, denklem demekmiş. Cebri muadele mesela, bir matematik denklemi anlamına geliyor. Ahmet Hamdi Tanpınar cebri muadele demiş, çooook hoşuma gidiyor, bu kelimelerin güzelliği.

Dünyada ekonomik kriz var, malum aliniz efendiler, hanımlar ve cenaplar. Japonya`da kriz kelimesi geçtiğinde 30 – 35 bin kişi intihar ediyormuş. Yani krizin anlamı yabancılar ve türkler için farklı terkiplerden meydana gelmiş. Türkiye`de cemiyetin kendi bünyesinde var olan bir dayanışma var. Insanlar bir birlerine yardımcı olmayı önemsiyorlar. Bireyselcilik, Batı`da azgın zalim gibi gezerken, doğuya uğramayı zaman zaman ihmal ediyor. Eğer şer odakları Türkiye`yi karıştıramazlarsa, eminim, Türkiye bu krizden güçlenerek çıkacaktır. Eskiden bize şöyle bir atasözü öğretmişti eğitim sistemimiz: “Başgasına quyu qazan, qazdığı quyuya özü düşer”. Kutsal kitabımızda, bununla alakalı ayet var sanırım. Allah, tuzak kuranların tuzaklarını, kendi başlarına yıkar diye. Insanoğlu, zaman zaman dünyada var olan hadiseleri, gerçekleri ilahi izlerden arındırma gafletinde bulunur. Ama buna ne kadar çaba gösterse de o izler orada duruyor. Işte bu topraklarda, yetmiş yıllık düzenin desteklediği ateizme rağmen, ilahi izler her tarafımızı sarıp sarmalamıştı. Sadece biz onlara o bakış açısından bakamıyorduk.

Geçen günlerden birisinde, TV de Jacky Chan `i izledim. Sunucu, “Siz gezilere giderken, yanınıza iki çorap alıyormuşşunuz. Kirlendiği zaman birisini kendi elllerinizle yıkayıp, kurutup, giyiyormuşsunuz. O kadar paranız var, niye kendinize birden çok çorap almıyorsunuz?”. Jacky Chan, bu soruya enteresan bir cevap verdi. “ Bunun zengin olup olmamakla alakası yok. Bu, öz disiplinle alakalı bir şeydir” dedi. Doğrusu, etkilenmedim değil. Iradelerinin hakkını verebilen insanları takdir etmenin ayrı bir mutluluğu var içimde.

Beyin uzmanı adam diyor ki, kitaplar hep aynı renk ve aynı tarzda yayınlandığı için, beynimiz monotonluktan yoruluyor ve kitapları okumak çileye dönüşüyor. O bakımdan, bugünlerde kitapları hep ucu yumşak, renkli kalemlerle çizerek okuyorum. Kitaplarım renkli renkli olmuş o yüzden... )))

Televizyon önünde geçen zamanıma acıyorum. Perşembe günleri, işte çok yoruluyorum. Bu bakımdan, eve geldiğimde, televizyonun karşısında oturup kalıyorum öylece. Bir tek perşembenin özrü var, televizyon izleme konusunda. Yani kendime sadece o gün televizyon izleme konusunda haklılık payı kazandırabiliyorum. Insanoğlu kendini kandırmaya ne kadar da istekli...(((

Selamlar, sevgiler...

No comments: